Isparta'nın Bu Tepesinden Her Yer Görünüyor

Tarihçi Yazar Bekir Manav'ın ifadelerine göre, bu kalenin tarihi, Selçuklu Dönemi’nin yıkılmasının ardından 1301 yılına kadar uzanmakta ve bu tarihte Hamitoğulları Beyliği’ne geçmiştir. Osmanlı Hükümdarı II. Murat Hüdavendigar, 1385 yılında Hamitoğulları Beyliği'nden Hüseyin Bey aracılığıyla Beyşehir, Karaağaç, Seydişehir, Yalvaç ve Isparta Kaleleri'ni önemli bir meblağ karşılığında satın almış ve bu şekilde kale Osmanlı topraklarına katılmıştır.

Tarihçiler Katip Çelebi ve Evliya Çelebi, eserlerinde Isparta Kalesi’ne yer vermemiştir. Bu durum, kalenin 1500’lü yıllardan sonra kullanılmaya başladığını göstermektedir. Kalenin yaklaşık on dönüm alana inşa edildiği ve kalıntıların hâlâ mevcut olduğu bilinmektedir. Kalenin üst kısmında sarnıç ve muhtemelen zindan olarak kullanıldığı tahmin edilen dikdörtgen bir yapı bulunmaktadır.

Rumların döneminde fethedilen Isparta kasabası, mevcut Andık Deresi’nden başlayıp Piskopos Çayı (şimdiki Dere, Emre, Doğancı ve Keçeci Sidre Tepesi alanları) boyunca uzanmaktadır. Bugünkü Aksu Caddesi, Isparta’nın sınırlarını belirlemektedir. Bizans Dönemi’nde Piskoposluk merkezi olan Dere Mahallesi’nde, 6-7 adet kilisenin bulunduğu da kaydedilmektedir.

Isparta Kalesi, Hisar Tepe'den Isparta’nın tamamı izlenebilmektedir. Akdağ, Davraz Kayak Merkezi, Büyük-Küçük Hacılar, Barla Dağı, Keçiborlu Ovası ve Burdur Gölü gibi birçok yer net bir şekilde görülebilmektedir. Eğirdir ve Uluborlu Kaleleri gibi, şehir girişinde savunma amaçlı değil, şehre yönelik saldırıları gözetleme ve önlem alma amacıyla inşa edilmiştir.

Sonuç olarak, Isparta Kalesi, hem tarihi değeri hem de stratejik konumuyla bölgenin önemli bir sembolüdür. Geçmişin izlerini taşıyan bu kale, yerli ve yabancı ziyaretçiler için keşfedilmeyi bekleyen bir hazine niteliğindedir.