Çöl Gezegeni’ndeki Görkemli Kumkurtlarının Bilimi
Şay-Hulud doğada var olabilir mi?
İmparatorun askeri birlikleri, ellerinde kılıçlar devasa bir toz bulutuna doğru bakıyor. Bir an için sadece sessizlikle kesilen rüzgar duyuluyor. Sonrasında ise aniden ortaya çıkıyorlar: Korkutucu ağızlarıyla, toz örtüsünü zahmetsizce delen kocaman kumkurtları. Fremen savaşçılarıyla bezenmiş dev canavarlar Arrakis’in kumlarına yatarken, hem sinemada hem de perdede ağızları açık bırakıyorlar.
Çöl Gezegeni: Bölüm Bir ve yeni vizyona giren Bölüm İki filmleriyle alakalı genel fikriniz ne olursa olsun, her yeri çölle kaplı o dünyanın gaddar, kurgusal hayvanları olan kumkurtlarının etkileyici yaratıklar olduklarına şüphe yok. Bu başarı hem filmlerin dayandığı kitap serisinin çoğunun son yazarı Frank Herbert’e, hem de gördüğünüz o kadim canavarlara ekranda hayat veren yönetmen Denis Villeneuve ve yaratıcı ekibine ait. Sanatçıların zihinlerinde uydurulan şeylerden ziyade, bir şekilde gerçek gibi hissettiren müthiş varlıklar.
Elbette bu kumkurtları gerçek değil; fakat o kadar sahici duruyorlar ki, insan aslında bazı kısımlarının doğada da bulunup bulunmayacağını merak ediyor. Bazı yönlerden imkansız hayvanlar. Fakat daha şaşırtıcı olan diğer yönlerden de sandığınız kadar efsanevi değiller.
Korku aklı öldürür, boyut kurdu durdurur
Aman vermez korkunçluklarına karşın, Fremen’ler kumkurtlarına canavar demiyor ve onları daha çok koruyucu, kadir ve neredeyse ilahi bir şey gibi görüyorlar. Onlara Şay-Hulud diyorlar; bu isim, değişen biçimlerde “ebedi şey” veya “çöllerin ağababası” olarak tercüme ediliyor. İlginçtir, kumkurdu biyolojisinin bir yan ürünü de baharat. Bu çok amaçlı bileşen, gemicilerin yıldızların arasında güvenli şekilde yolculuk etmesine olanak sağlamanın yanında Fremen’lerin uzun ömürlü olmalarına da yardımcı oluyor. Ayrıca Fremen’ler bu devasa kurtlardan sık sık ulaşım amacıyla, ihtiyaç olduğunda ise savunma amacıyla faydalanıyor.
Bilimsel olarak konuşursak, bu kumkurtlarının etkileyici boyutu onların en göze batan problemleri olabilir. 400 metreye kadar büyüyebiliyorlar; yani Ankara’daki Atakule’nin üç katı uzunluğa çıkıyorlar. Bu durum, Dünya benzeri bir yerçekimi altında etkileyici hızlarda hareket etmekte zorlanmakla kalmayıp, aynı zamanda feci şekilde yere yapışacak kadar mantıksız bir ağırlıkta olacakları anlamına da geliyor. Utah Üniversitesinde çalışan biyolog ve kurt uzmanı Michael Werner, “Hareket edecek kadar enerji ürettiklerini ve kendi ağırlıkları altında ezilmediklerini hayal etmek bir nevi güç” diyor.
Boyutları başka sorunlar da teşkil ediyor. Muhtemelen Dünya’nın pek çok canlısı gibi onların da dokuları hayatta kalmak için oksijene ihtiyaç duyuyordur. Kurtların ise akciğerleri yok; bunun yerine, oksijeni ciltlerinden emiyorlar. Bu oksijenin bütün alakalı organ ve hücrelere yayılması gerekiyor fakat önemli ölçüde daha büyük ve daha tıknaz bir kurt için bu problemli bir durum.
“HAREKET EDECEK KADAR ENERJİ ÜRETTİKLERİNİ VE KENDİ AĞIRLIKLARI ALTINDA EZİLMEDİKLERİNİ HAYAL ETMEK BİR NEVİ GÜÇ”
Fakat Çöl Gezegeni: Bölüm İki‘de, kancalarla yukarı çekildiklerinde kurtların pullarının altında birtakım açıklamalara sahip ufak delikler görülebiliyor. O halde bu kurtlar, akciğer tabanlı bir çeşit solunum sistemine sahip olabilir ve iç kısımlarındaki bölgelerde oksijen depolayabilirler. Başka diğer faydalı adaptasyonları da olabilir. Londra Doğa Tarihi Müzesinde çalışan galeri müdürü ve kurt uzmanı Emma Sherlock, bazı kurtların (Avustralya’nın bazı bölgelerinde bulunan Megascolides australis gibi) kanlarında yüksek miktarda oksijene bağlanan hemoglobin bulunduğunu ve bu maddenin, yer altındaki düşük oksijen seviyelerinde hayatta kalmalarına yardımcı olduğunu söylüyor.
Sonsuz kumda boğulmak
Bir diğer büyük sorun ise bilindiği üzere Arrakis’te su olmaması. Su o kadar kıt ki; yerli Fremen’ler kendi gözyaşlarını içiyor, kaybolan bütün vücut sıvılarını geri dönüştüren özel kostümler giyiyor ve yakın zaman önce katledilen yoldaşlarının veya henüz tam ölmemiş düşmanlarının vücutlarındaki suları topluyorlar.
Kumkurtlarının yaşamak için suya ihtiyaçları var. Su olmadan kuruyor ve büzüşüp gevrek kabuklara dönüşüyorlar. “Aslında çöl, yer solucanlarının hayatta kalamayacağı tek yer” diyor Sherlock. Buzla dolu ortamlarda kıpır kıpır kurtlar bulabilirsiniz ama hiper kurak çöllerde değil. Arrakis’in kumkurtları, yer altı akiferlerinde kendilerini gizlice nemlendirmiyorsa (açıkçası imkansız bir şey değil), uzun zaman önce kururlardı.
Baharatlı yiyeceklerden oluşan kıt bir beslenme
Bu ıssız dünyada kıt olan tek şey su da değil. Kumkurtlarının, baharat toplayıcı makinelerden Emperyal Sardaukar’a ve yabani Harkonnen askerlerine kadar kendi bölgelerinde ritmik biçimde tıngırdayan neredeyse her şeyi tükettikleri görülüyor. Fakat devasa boyutlarını ve kumdaki yolculuklarını desteklemek için o mezelerden çok daha fazla kalori tüketmeleri gerekirdi. Ara sıra kökleri derinlere ulaşan bitkilerle ve hatta birbirleriyle ziyafet yapıyor olabilirler; ancak bu tek seçenekleri olamaz yoksa kısa süre sonra yok olurlar.
BOYUTLARI SORUNLU BİR DURUM. FAKAT GAYET MUCİZEVİ BİR ŞEKİLDE, DİĞER HER ŞEY MÜKEMMEL DERECEDE MANTIKLI GİBİ GÖRÜNÜYOR.
ABD Ulusal Bilim Vakfında çalışan gelişim biyoloğu ve program müdürü Anna Allen, “Yuvarlak solucanlar olarak bilinen bir solucan grubu olan nematodlar, uzun bir süre boyunca hiç beslenmeden hayatta kaldıkları olumsuz veya sert koşullar karşısında dayanım aşaması olarak adlandırılan alternatif bir gelişim aşamasına girebiliyorlar” diyor. Bunu ise aralarında besin eksikliğinin de bulunduğu birkaç sebepten dolayı yapabiliyorlar. Bu kumkurtları da benzer bir şey yapıyor olabilir; yakındaki bir avcı tespit edene kadar bir durağanlık halinde yaşıyor olabilirler.
Her iki durumda da boyutları sorunlu. Fakat gayet mucizevi bir şekilde, diğer her şey mükemmel derecede mantıklı gibi görünüyor.
Korkutucu ve uhrevi ağızlarını düşünün. Diş yerine, muhtemelen kıl olan ve çiğneme hareketi yapan dişlerden ziyade daha çok süzme sistemleri gibi davranan uzun dikenlerle kaplılar. Aslında, filmlerin ardındaki sanatçıların niyeti tam da buymuş. Sahne arkasının anlatıldığı bir videoda dişlere, dişsiz balinalarda bulunanlar gibi “balina çubuğu” deniyor. Dişsiz balinalar, ağızlarında sert fakat esnek keratin kıllar barındıran ve bu yolla içeri doğru akan deniz suyundan ufak balıklı avlarını süzen gerçek deniz memelileri. Kumkurtlarının neden böyle bir süzme şekline ihtiyaç duyduğu belli değil; atıştırmalık şeylerle birlikte keyifle bir sürü tuz yutuyor gibi görünüyorlar. Fakat durun, bunu daha detaylı şekilde açıklayabilecek Arrakis’teki hayvanbilimciyi kurtlardan biri farkında olmadan yutmuş olabilir.
Psikoaktif kurt suyu
Çöl Gezegeni: İkinci Bölüm‘de bir Fremen, genç bir kumkurdunu suyla dolu bir havzada etkisiz hale getirirken ve sonrasında boğazından bir şırınga sokup mavi bir sıvı çıkarırken gösteriliyor. Bu bileşen, tüketildiği zaman içen kişiyi ya doğrudan öldüren ya da ona güçlü halüsinasyonlar (geçmişin ve muhtemel geleceğin görüntülerini) veren Hayat Suyu olarak biliniyor.
“İNSANLAR İÇİN HALÜSİNOJENİK BİLEŞENLER ÜRETEN HERHANGİ BİR HAYVAN VEYA KURT BİLMİYORUM.”
Eğer bunun kulağa aptalca geldiğini düşünüyorsanız, Sonora çöl kurbağası sizinle açık konuşmak istiyor. Zamanlarının çoğunu yer altında kış uykusuna yatarak geçiren bu Kuzey Amerikalı yüzergezerler tehdit edilmekten hoşlanmıyor. Eğer huzursuz olurlarsa, küçük boyutlu bir hayvan olmanız halinde ölüme sebebiyet verebilen toksinler salgılıyorlar. Fakat meraklı ve dikkatli bir insansanız, bu toksinlerden dumanını içinize çektiğinizde kuvvetli bir psikedelik durum tetikleyebilen bir bileşen çıkarabilirsiniz.
Bazı kurtlar, diğer kurtları onlara doğru çekebilen feromonlar üretebiliyor. “İnsanlar için halüsinojenik bileşenler üreten herhangi bir hayvan veya kurt bilmiyorum” diyor Allen. Ayrıca bilinen hiçbir halüsinojen, size hem uzak geçmişinizi hem de geleceği gösteremez. Fakat kendi zihin bükücü merhemini üreten uzaylı bir kurt fikri, çok da çılgınca görünmüyor.
Ritim sizi yakalayacak
Kumkurdu biyolojisinin belki de en havalı kısmı, ses dalgalarını kullanma şekilleri olabilir. Birinci Kısım’da bir kumkurdu ile ilk randevumuza geldiğimizde, onun gırtlaktan gelen ve gümbürtülü bir gürültü çıkardığını duyuyoruz. Filmdeki sanatçılar, insanların normal yürüyüşlerindeki ritmik sesler ve Fremen’lerin aletleriyle çıkardıkları devirsel vuruşlar kumkurtlarının bu vurmalı, bas yönünden ağır ‘seslerle’ gizlendikleri yerden çıktıklarını ileri sürüyor: Bunu, bilerek veya bilmeden kendileriyle iletişim kuran bir şey olarak algılıyorlar.
Kurtların kulakları olmayabilir fakat pek çoğu, kurtların çıkarmadığı seslere doğru gidiyor veya bu seslerden kaçıyor. “Yaygın bir hipoteze göre yer solucanlarının yağmurdan sonra yüzeye çıkmasının sebebi, yağmurun zeminde yırtıcıların oluşturduğu titreşimlere benzer titreşimler meydana getirmesi” diyor Allen. Örneğin çukur kazan köstebekler, solucanların tespit edebildiği titreşimler meydana getiriyor. Bazıları bunu özel sinir hücreleri yoluyla yapıyor. Ses dalgaları solucanların ciltlerine çarpıyor ve titreşmesine sebep oluyor. Titreşen cilt, karşılığında iç sıvıların sağa sola yalpalamasını sağlıyor. Bu durum, solucanı hareket ettiren elektrik darbeleri gönderen sinir hücrelerini tetikliyor. Belki kumkurtlarında da benzer bir işleyiş vardır.
Arrakis’in yerinde duramayan ejderhaları da etraflarındaki kumu olağanüstü bir şekilde değiştirebiliyorlar. Bir prodüksiyon videosunda filmin ses ekibi, kumkurtlarının avlarının peşine düştükleri esnada çölde nasıl hareket edeceklerini hayal ettiklerini tartışıyor. Kayan kumdan ilham alan ekip, yönlü ses kullanarak belirli frekanslardaki titreşimleri tetiklemenin işe yarayacağına karar vermiş.
Eğer bir kum birikintisinin altına hoparlör yerleştirir ve bazı belli melodileri yüksek sesle çalarsanız, bu etkiye kendiniz de şahit olabilirsiniz; gerçekten işe yarıyor ve kumkurtlarının etkileyici biyolojik ses sistemi, gerçekten de koyu sarı toprakları geçici olarak sıvıya dönüştürebileceklerine inanmanızı sağlıyor. “Bu durum gayet de biyolojik olasılık aleminde” diyor Werner.
Kıvrılan harikalar
Bu söz, Çöl Gezegeni‘nin kumkurtlarıyla alakalı en önemli şeyin altını çiziyor. Bazı kısımlarının gerçekçi olmadığını neredeyse kendiliğimizden biliyoruz; fakat tasarımlarının yeteri kadarlık kısmı da somut ve gerçek gibi hissettiren, hayranlık uyandırabilen, var olan şeylere dayanıyor. Bunlar; bir kez görüldüklerinde ortak hayal gücümüzde silinmez şekilde yaşayan, keyif veren yaratıklar. “Dünya’da anladığımız bir şeye yeteri kadar yakınlar” diyor Werner ve bu da harika tabiatlarına katkı yapıyor.