Anadolu’daki Türk-İslam medeniyetinin ilk mühründen kastımız Ani’dir. Kars’ın 45 km doğusunda bulunan Ani,“örenyeri” statüsünde olup 2016 yılından beri UNESCO’nun “Dünya Kültür Mirası Listesi”nde yer alır. Tarih öncesi çağlardan başlayarak stratejik konumu ve savunmaya elverişli fiziki yapısı ile bölgedeki güçlü devletlerin, sahip olma arzusu ile sürekli mücadelelere sahne olan Ani, M.Ö. 3000’li yıllardan itibaren iskân edilen kadim kentlerimizden biridir.
Ani’nin bugünkü görünümü Orta Çağ’a aittir. Bu dönem kuruluş, yükseliş ve çöküş dönemi olmak üzere üç aşamada değerlendirilebilir. Kent, 9. yüzyıl başlarında Bagratunî Hanedanlığı’nın hâkimiyetine girmiş, 961 yılında ise hanedanlığın merkezi konumuna gelmiştir. Ani’nin Orta Çağ’daki kuruluşunu oluşturan bu dönem, inşa edilen çok sayıdaki kilise ve şapel gibi ibadethanelerle kendini tanımlar.
SULTAN ALPARSLAN ANİ KAPILARINDA
Ani, 10. yüzyılın birinci yarısında Bizans tuzağıyla el değiştirmiş ve kısa süreli bir fetret devri yaşamıştır.
1044 yılından 1064 yılına kadar geçen yirmi yıllık bu dönemde kentin imar açısından kalkınmadığı, siluete etki edecek bir tane eserin bile kente kazandırılmadığı görülür.
1064 yılına gelindiğinde Sultan Alparslan’ı Ani kapılarında görürüz. Yaklaşık bir ay süren zorlu kuşatma sonuç vermiş, Ani artık 16 Ağustos 1064 günü Türk-İslâm ordularının hâkimiyetine girmiştir. “Rum Gazâsı” adıyla anılan bu zafer dünyada büyük yankı uyandırmış, Sultan Alparslan “Ebu’l Feth (Fetihler Babası)” unvanını almıştır. Böylece Ani, 1071’deki Malazgirt Zaferi’ne giden süreçte “kilit” bir rol oynamıştır. Bu tarihten 1199 yılına kadar geçen 135 yıllık süreç Ani’nin “yükseliş dönemi” olarak kabul edilebilir.
Bagratlıların aksine cami ve mescit gibi ibadethaneler dışında kente diğer eserleri de kazandıran Selçuklu yönetiminin ilk işi, fetih hakkı olarak şehrin en büyük kilisesi olan katedrali camiye çevirmek ve ilk Cuma namazını da burada kılmak olmuştur. Sultan Alparslan’ın Anadolu’daki tek izini taşıyan Fethiye Camii, Ani’nin “Ayasofya”sı kabulündendir. Anadolu’daki ilk Türk camisi olarak kabul edilen Ebu’l Menûçehr Camii (Ani Ulu Camii) de bu devrin eseridir. Selçukluların özellikle kentin ticari ve sosyal hayatının gelişmesine de oldukça önem verdiği görülür. Bu dönemde inşa edilen hamamlar, yine Anadolu’daki ilk Türk hamamları olarak kabul edilir. Şehrin ticari hayatı ise Aslanlı Kapı’dan başlayıp Ebu’l Menûçehr Camii’ne kadar yetişen bir çarşıyla tahkim edilmiştir. Bu durum, Ani’nin bölgeye ve hatta denize ulaşabilmesiyle de dünya ticareti açısından önemli bir kavşak noktası haline gelmesine vesile olmuştur. Şehrin imar açısından gelişmesi bir yandan nüfusun daha da artmasını sağlamış, artan nüfus ile ticari hayat iyice gelişmiş ve böylelikle Ani’nin bölgedeki rolü iyice önem kazanmıştır. Zira sürekli Gürcü Krallığı’nın saldırılarına uğrayarak dört kez işgal edilmesi, Ani’nin bu zenginliğiyle açıklanabilir.
HARABEYE DÖNEN KENT
Ani’nin bu dönemde sadece ekonomik olarak değil kültür hayatı bakımından da etkili bir konumda olduğu söylenebilir. Şehirdeki Hıristiyan ve Müslüman halkların özgürce bir arada yaşayabildiği, herhangi bir dini kısıtlamanın olmadığı; tam aksine Hıristiyanî unsurların da hiçbir alanda küstürülmeden aktif hayata dâhil edildiği apaçık ortadadır. Kent mimarisindeki bazı uygulamalar bunu doğrular niteliktedir.
Ani’nin bu refahı, 1199 yılındaki dördüncü işgallerinde hedeflerine ulaşan Gürcü Krallığı hâkimiyetine geçmesi ile son bulmuştur. Ani için bundan sonrası, ironik bir tabirle “Orta Çağ’ın karanlığı”, çöküşün başlangıcıdır. Hıristiyan ve Müslümanlar arasında başlayan huzursuzluklar, kenti saldırılara da açık hale getirmiştir. Bölgedeki yerel beylerin, Kıpçakların ve Hârizmşahların saldırılarıyla yara alan kent, 1239 yılında ise artık Kafkaslar’daki katliamlarını bitirip Anadolu’ya yönelen Moğolların saldırılarıyla yerle bir olmuştur. Ani halen daha Gürcü Krallığı tarafından idare ediliyor olmasına rağmen, önce Moğollar ve ardından İlhanlıların vasalı haline gelmiştir.
1356 yılında kısa bir süre Altın Orda Hanlığı’na bağlanan Ani, 1358 yılında Celâyirlilerin eline geçmiştir. 1380 yılında Karakoyunlu hükmüne geçtiyse de bu kez 1394 yılında Timur’un zaptına uğramıştır. 1406 yılında yeniden Karakoyunlu hâkimiyetine geçmiş, ancak 1405 yılına değin vuku bulan Timur’un saldırılarıyla artık yavaştan terk edilmeye başlamıştır. Selçuklu hâkimiyetinin son bulması ile savaş ve yıkımlardan başını kaldıramayan Ani, artık çok yorulmuş ve bunalan Anililer de çareyi göç etmekte bulmuşlardır.
1467 yılında Akkoyunlu hâkimiyetine geçen Ani, 1501 yılında Safevîlerin Akkoyunluları mağlup etmesi ile el değiştirmiştir. Kentin yönetimi ise Safevîler adına Avşar Türkmenlerine geçmiştir. Nihayet 1534 yılında, Kanûnî Sultan Süleyman’ın Irakeyn seferi esnasında Osmanlı Devleti’nin topraklarına katılmıştır. Ancak 1604 yılındaki iki aylık Safevî işgali, Ani’deki sonun başlangıcı olmuştur. Bu saldırılarda “harabeye” dönen kent, bir daha belini doğrultamaz hale gelmiştir. Buna rağmen bazı arkeolojik veriler, kent yaşamının sönük de olsa 18. yüzyıl sonlarına kadar varlığını devam ettirdiğini gösterir.
DEVAM EDEN ARKEOLOJİK KAZILAR
1064 yılında Ani’de başlayan Selçuklu varlığı, hiç şüphesiz Türk-İslam medeniyetinin Anadolu’ya vurulan ilk mührüdür. Milli şuurumuzda kutlu bir yer edinen Malazgirt Zaferi, her ne kadar resmi tarih algımıza “Anadolu’nun Türklere açılan ilk kapısı” olarak yerleşse de; bundan yedi yıl önce Ani’de gerçekleşen zafer Türk-İslam medeniyetinin başlangıç fethidir. Malazgirt Zaferi, Bizans ile Selçuklular arasında yaşanan bir savunma savaşını ifade ederken, Ani’de yaşananlar kutlu bir fetih ve ardından kentte başlayan sanat, kültür ve imâr faaliyetleri ise Selçuklu Türklerinin Anadolu’da vücuda getirdikleri ilk medeni ürünlerimizdir.
2019 yılından beri Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kafkas Üniversitesi ortaklığıyla devam ettiğimiz Ani kazıları, bu mührün toprak altında uykusuna devam eden kalıntılarını gün yüzüne çıkarmak ve bunları koruyarak gelecek nesillere aktarmak amacıyla büyük bir gayret ve özveriyle devam etmektedir.
Selçuklu çarşısı, Selçuklu konutları, Selçuklu mezarlığı ve Selçuklu Büyük Hamam’da devam eden kazılarımız; bir yandan açığa çıkardığımız mimari eserlerle Ortaçağ Ani’sini yeniden tahayyül etmemize yardımcı olurken öte yandan elde ettiğimiz taş, pişmiş toprak, cam, sikke, metal ve kemik gibi diğer taşınır nitelikteki eserleriyle de müze koleksiyonlarımızı zenginleştirmeyi hedeflemektedir.